15 Kasım 2008 Cumartesi

TFF, Altyapı, Üstyapı, Alt-üst yapı...

TFF'nin altyapıyı geliştirmeye yönelik “açılımları” yüzlerce futbolcuyu “erken emekliliğe” zorluyor...

Bir konu var(dı) ki aylardır sonuçlanmasını beklerken yaptığımız beyin fırtınalarını başka konularda yapabilsek insanlığı birkaç asır ileri ışınlayabilirdik belki de... Ve 3-5 gün önce bu konu bir sonuca bağlandı ve -şimdilik- rahatladık, evet, AKP'nin kapatılma davasından bahsediyorum.

Ancak yine aylardır netleşmesini beklediğimiz bir konu daha var ve olmuyor, bir sonuca bağlanmıyor. “O kadar çok şey daha var ki beklediğimiz, acaba hangisi?” diye soranlar vardır mutlaka. Elbette Hakan Şükür'ün (bundan sonra kısaca HŞ) ne yapacağı meselesinden bahsediyorum.* Ben lisedeydim, 90'ların başında, “HŞ ne yapacak?” sorusu o zaman da modaydı. Aradan neredeyse 20 yıl geçti, hala gündemimizin bir kısmı HŞ'nin kendi kaderini tayin hakkı meselesine tahsis edilmiş durumda. HŞ futbolu bırakıp siyasete ya da ticarete atılabilir, “dünyalığımı toparlamışım” der ve Sakarya'da bir çiftlikte inzivaya çekilebilir, kendini iyi hissediyordur ve içeride ya da dışarıda futbola devam edebilir, ister Katar'a gider emekli ikramiyesini alır, ister Hocaefendisinin dizinin dibine yakın olmak için DC United'a... Ancak HŞ'nin kolay kolay yapamayacağı bir şey var: HŞ, TFF 3. ligde oynayamaz, amatör liglerde oynayabilmesi içinse oynamak istediği takımın 2 kişilik 30 yaş üstü oyuncu kontenjanının uygun olması gerekir.

Önce Mayıs ayında “TFF, 3. Lig(de) bu sezondan itibaren 30 yaş ve üzerindeki oyuncularla sözleşme imzalanmamasına karar verdi” dendi ve Temmuz sonunda da “(2008 - 2009 sezonu Amatör Ligler Büyükler Kategorisi'nde) 1978 ve daha sonra doğumlu futbolcular oynayacaktır. 1977 doğumlu ve üstü en fazla 2 yaşı büyük futbolcu oynayabilecektir” açıklaması geldi.

TFF bu kararı alırken alt liglerin ülke futbolunun altyapısı olarak dizaynını öngörüyor, teoride şık bir düşünce gibi görünse de pratikte hiç de gerçekçi değil. Aynı federasyon 1. ligde yabancı oyuncu hakkını genişletiyor, Süperligde oynayan yabancı futbolcuların “vatandaşlaştırılıp” yabancı kontenjanına takla attırılmasına göz yumabiliyor. Süperligdeki takımların 20 yaşaltı oyuncularını oynatabildiği PAF liginin yanısıra profesyonel liglerde oynayan kulüplerin 18 yaşaltı futbolcularla oynadığı DSGL yani Deplasmanlı Süper Gençler Ligi de bulunmakta. Ancak kulüpleri altyapıdan gelen oyuncu oynatmaya zorlayan ciddi bir uygulama yok. Altyapıya en çok önem veren, yatırım yapan kulüpler bile A takımlarına yılda ancak bir-iki oyuncu çıkarabiliyor, aksi halde genç oyuncular “genç” Semih gibi hem yetenekli hem de sabırlı değilse yada Mehmet Topal gibi başka oyuncunun yaşadığı kötü bir sakatlıkla önüne konan fırsatı iyi değerlendiremezse sınırlarını zorlamayan, futbolunu geliştirmek yerine maç kadrosuna girip “maç başı ücreti”ni garantilemek dışında bir hevesi kalmamış “kahretmişler” arasına katılmaktan kurtulamıyorlar.

İşçisine, memuruna mezarda emekliliği reva gören bir ülke, futbolcusunu 30'unda “yaş haddinden emekliye” sevkedebiliyor. İroni bizim göbek adımız olsa gerek...


* Yazı Temmuz ayı sonlarında yazılmıştı. Akp konusu güncel örnek olmaktan çıkalı çok olduysa da HŞ konusu henüz yeni netleşti. HŞ bundan sonra memleketin en büyük arpalıklarından biri -belki de birincisi- olan TRT'de futbol yorumculuğu yapacak...

12 Kasım 2008 Çarşamba

Kulübümü satın alabilirsin belki, fakat taraftarlığımı!!!


Taraftarı olduğunuz kulübün “sahibi” asırlık kulübünüzü başka bir kente taşımak isterse ne yapardınız?

Farzedin ki büyük bir kentin biraz dışarısında bir semtin 2. ligde oynayan, tarihi yüzyıl öncesine dayanan bir kulübünün taraftarısınız. Öyle çok büyük bir başarınız yok, bir alt lige bir üst lige gidip geliyorsunuz. Yine de takımınızı 5-6 bin kişiyle beraber destekliyorsunuz. Takımınız çok iyi bir sezon geçirmiş, istim üstündeler ve bir sezon sonra en üst lige çıkmayı bekliyorsunuz. Oysa siz bunların hayaline kurarken kader ağlarını örmektedir. Kulübün “sahibi” üst lige çıkma durumunda semtinizin yeterince iyi “müşteri” olamayacağını düşünmektedir. Kar hırsını tatmin etmenin yolunu da sizin asırlık kulübünüzü semtinizden kilometrelerce uzakta yeni oluşturulmuş bir toplukonut bölgesine taşımakta görmektedir. Ne yapardınız?

Önce ülkemizden bir kulübü “konu mankeni” yaparak örnekleyeyim diye düşündüm, sonra uygun bir denek bulamadım. Olayın geçtiği yerin İngiltere olduğunu ve oradaki yerel takım tutma geleneğini ülkemiz topraklarında sadece 3-4 yerde görebildiğimizi düşünürsek gerçekten de örnek bulmak zor. İngiltere'de gösterilen tepkiyi de işin içine kattığımızda mesele bizden daha da uzaklaşıyor bu topraklara özgü gitmediği, görmediği, hangi kıtada bile olduğundan emin olmadığı takımı tutan -nev'i şahsına münhasır- “taraftarlık” anlayışımız* yüzünden...

Hikayemizin kahramanı bugünün AFC Wimbledon taraftarları... FC Wimbledon, 1992-93 sezonunda yeni ismiyle ilk defa oynanan Premier League'in kurucu üyelerindendir. Sonraki 7 yıl boyunca 6.lıkla 16.lık arasında gidip gelerek vasat bir performans göstermişlerdir. Kulüp 1999'da Norveç'in en zengin işadamlarından olan Kjell Inge Røkke tarafından satın alınır ve bugün artık gelenekselleşmiş bir şey yapılır: Takım, hemşehri kontenjanı gereği, Norveçli bir teknik direktöre teslim edilir. Ve hızlı bir düşüş başlar. İlk sezonu sonuncu sırada bitiren FC Wimbledon 1. ligde geçirdiği sonraki iki sezon sonunda da yükselme playoff'unu kılpayı kaçırır. Olsun, taraftarlar yine de takımlarını desteklemektedir, yükselme umutları korunmaktadır. Tam bu noktada girişte bahsettiğimiz olay gelir başlarına. Kulübün sahibi daha karlı bir pazar aramaktadır, daha kalabalık bir bölgede daha zengin müşteriler bulmalıdır ki yaptığı yatırımın meyvesini alabilsin. Federasyon da geleneklere bağlılığıyla bilinen İngiltere'ye ve yerel futbol taraftarlığı geleneğine aykırı bir karar alarak taşınmanın önünü açacaktır. Bunun üzerine hikayemizin baş aktörleri sahneye çıkar. Wimbledon taraftarları bu gelişmeye tepki olarak kendi kulüplerini kuracaktır yani AFC Wimbledon'ı.

En alt ligden mücadeleye başlamaları gerekmektedir. Daha önemlisi stadyum kiralamak gibi çok temel masrafları karşılamak için acilen 20 bin sterline ihtiyaçları vardır. Birkaç hafta içinde taraftarlar 70 bin sterlinlik bağış yapacaklardır. Yeni takımda oynayacak oyuncuları seçmek için başarılı bir seçme organizasyonu yapılır. İlk 3 sezonda 3 lig yukarıya çıkarlar. Sonraki 2 sezon sonunda playofflarda kaybettikleri yükselme şansını 3. sıçrayışta yakalarlar. Daha önce kimsenin denemediği bir alanda kollektif akılla edindikleri deneyimler tüm İngiltere'de ilgiyle izlenir, değerlendirilir. Aynı ligdeki rakipleri finansal durumlarını ve “grassroots” sistemindeki başarılarını görerek kendileri de uygulamaya çalışacaklardır. Birkaç yıl sonra futbol elle oynanıyor sanan ABD'li bir işadamı Manchester United'ın çoğunluk hissesini satın alınca bir grup Man Utd taraftarı FC United of Manchester'ı kuracaktır. 2008'de bu sefer sezonluk biletlerin pahalı olmasına tepki gösteren bir grup Liverpool taraftarı da A.F.C Liverpool isimli bir kulüp daha kurarlar, ucuza maç izleme haklarını savunmak maksadıyla. Taraftar-kulüp sahipliği ilişkisinin belki de en uç noktası myfootballclub.co.uk sitesine üye olanlardan toplanan 35'er poundlarla satın alınan Ebbsfleet United örneğidir.

AFC Wimbledon bu sezon İngiltere Lig Sisteminde 6. sıradaki ligin güney grubunda yani Conference South'da mücadele ediyor. Ligin 17. haftası sonunda oluşan sıralamada 14 maçta topladığı 29 puanla 4. sırada bulunuyor ve önümüzdeki 4 haftada yakın puanlara sahip rakipleriyle kritik maçlar oynayacak. Geçen 6 sezonda 4 kere terfi eden bir takımın taraftarları nasıl tezahüratlar yapar bilemiyorum fakat Türkiye'de böyle bir şey yaşansa “2015'te şampiyonlar liginde” diye başlayan beste söyleniyor olurdu büyük olasılıkla...

* Bizim futbolumuzda da benzer taşıma örnekleri yok değil aslında. Bu sezon başında Oftaşspor'un ismi değiştirilerek tekrar canlandırılmaya çalışılan Hacettepe'nin İ. Melih Gökçek'in kongre numaralarıyla Keçiörengücü'ne dönüştürülmesi Wimbledon'da yaşananlara en çok benzeyen örnek. Bundan başka Kayserispor'la Erciyesspor'un “hülle yoluyla” yer değiştirmesi ve en son Aliağa Belediyespor'un futbol şubesini Göztepe'ye “devretmesi” gibi bize özgü uygulamalar da yaşandı bu ülke futbolunda.

10 Kasım 2008 Pazartesi

Direnin çocuklar!!


1990 doğumlu Halil Adıyaman-Besnili... Yine aynı yaştaki Bülent Burdurlu.. Bir yaş küçük arkadaşları Ahmet Ağrı-Diyadinli... Onun yaşıtı Mehmet Ali Afyon-Sandıklı'dan.. Emre, Hamza, Ümit, Uğur.. Dördünün ortak yanları hem 1993 doğumlu olmaları, hem de Uşaklı olmaları.. En yaşlıları ise 86 doğumlu Emrah... Kimler mi bunlar? Bu kardeşlerimiz TFF 3. lig 3. grup takımlarından Uşakspor'un futbolcuları...

Birkaç yıl öncesine kadar 2. lig A kategorisinde mücadele eden, altyapıdan yetiştirdiklerinin yanına süperligden futbolcu da transfer edebilen mazisi 40 yıl öncesine yaklaşan bir kent takımıdır Uşakspor... Detaylarına kentte yaşayanların da vakıf olduğunu sanmadığımız fakat memlekette onlarca çarpık kulüp yönetimi örneğiyle tanışık olduğumuzdan olsa gerek “bildiğimiz” nedenlerden dolayı tam anlamıyla paraşütsüz bir düşüş yaşanmaya başlar Uşakspor'da... Önce 2 lig A kategorisinden düşer...

Kulüp başarılıyken bedava reklam yapma fırsatını kaçırmayan ağalar-beyler, 59 kişilik bir yönetim oluştururlar, servetlerinin toplamı memlekette birçok kulübü ihya edecek düzeydedir bu beylerin... İcraata başlarlar derhal, olmadık futbolculara olmadık transfer ücretleri öderler, Süperlig'de dönmeyen paralar döner Uşakspor'un transferlerinde, tesisler plazma TV'lerle donatılır... Kent halkı kentin sanayicilerin, işadamlarının, öndegelenlerinin Uşakspor'a yaptığı büyük yatırımı izlemektedir. İşler kötü gidip rüzgar terse dönünce bu sefer yelkenlerini kaçmak için açar efendiler. O zaman anlaşılır kimsenin cebinden para vermediği, tüm o “malzeme yardımları”nın, “size adam transfer ettim” şovlarının kulübün borç defterine yazıldığı... İsimlerini burada anıp reklamlarına alet olmak istemediğimiz eski yöneticiler alacaklarına karşılık kulübün gelirlerine temlik koydururlar... Kente onlarca futbolcu gelir transfer döneminde, hatta antrenmanlara başlarlar fakat eski başkanın “önce alacaklarımı verin” inadı yüzünden kulüp kimseyle sözleşme imzalayamaz. Elde kalan oyuncular, altyapıdan çıkarılan çocuklar tüm çabalarına rağmen başarılı olamazlar, takım yine düşer, artık bir 3. lig takımıdır Uşakspor...

Kapanmanın eşiğinden dönen kulüpte yönetim değişmiştir fakat kötü gidişe çare bulunanamıştır. Transfer yasağı sürmektedir. Toplam borç 1.700.000 YTL'dir... Hikayenin tam da bu noktasında yukarıda isimlerini andığımız kardeşlerimiz sahneye çıkar. Kendi ceplerinden lisans ve muayene masraflarını karşılarlar, 3. ligde oynamak için kendi kendilerini “profesyonelliğe” geçirirler ve kentlerinin takımları amatöre düşürülmesin diye en amatör ruhlarıyla maçlara çıkarlar. İlk maç kendi sahalarındadır ve amatörden yeni yükselmiş Düzcespor'a 4 dakikalık uzatmaların uzatmalarında yedikleri golle 1-0 yenilirler. İkinci hafta rakip Orhangazispor'dur ve bu yazıyı yazmamıza sebep olan skor çıkar ortaya: 10-0. Sonraki haftalardaki skorlar 6-0, 5-0, 3-0, 8-0 ve en son 1-0 olur... 7 haftada 34 gol yiyen Uşaksporlu çocuklar henüz gol atamamıştır. Yine de tüm amatörlükleriyle, iyiniyetleriyle, cesaretleriyle, inatlarıyla maçlara çıkmaya devam ediyorlar, futbol denen güzel oyun bitmesin, perde inip, sahne kapanıp gösteri sona ermesin diye çabalıyorlar. Hem de ekonomik sorunlar çözüldüğünde açıkta kalacaklarını bile bile...

Vazgeçmeyin çocuklar, asıl biz yemişiz o golleri, size bişey olmasın.. Biz, futbolu sevenler fakat yolsuz yönetimlere, çabasını sadece oya tahvil edebileceği dönemlerde ortaya çıkarak gösteren siyasetçilere, belediyecilere gücü yetmeyenler yedik o golleri.. Biz, kentinin takımının maçına gitmeye tenezzül etmeyip İstanbul'un hiç görmediği semtlerinin takımlarına taraftar olanlar yedik o golleri.. Biz, altyapıdan gelen gençlere birkaç maç bile tahammül edemeyip heveslerini kıranlar yedik o golleri, transfer edilen futbolcu sayısıyla başarıyı doğru orantılı sananlar yedik, futbolu baronların, mafyacıların, simsarların yönettiğini farketmeyen, farketse bile ses çıkarmayanlar yedik, spora değil de skora bakıp maç yorumlayanlar, tek yolu kazanmak sayanlar yedik... Biz daha çok gol yeriz... Biz yeriz o golleri, sizin bu güzel oyuna olan sevginize bişey olmasın...

Direnin çocuklar!!


* Bu yazı 15 ekim 2008 tarihinde yazılmıştı. Yazı yazıldıktan bir süre sonra Uşakspor başkanı ve bazı eski yöneticileri suç işlemek için teşekkül oluşturmak suçlamasıyla gözaltına alındıktan sonra tutuklandı. 29 Ekim tarihinde yapılan kongrede yeterli çoğunluk sağlanamadı, 5 Kasım'a ertelenen kongre yapılamadı ve kulüp defterleri Uşak Valisi'ne teslim edildi.

Uşakspor bugüne kadar oynadığı 11 maçı da kaybetti, 42 gol yedi ve sadece 2 gol atabildi. Başlarında idareci olmaksızın gittikleri deplasmanlarda rakip kulüpler tarafından misafir ediliyorlar ve tüm sorunlarına rağmen sahaya çıkıp oynadıkları için rakip taraftarlar tarafından alkışlanıyorlar.

7 Kasım 2008 Cuma

"emeğin başkenti" amatör ligde...

Toplumsal muhalefetin yerlerde süründüğü şu karanlık günlerde ne zaman inancımı tazelemek istesem zonguldak madenci yürüyüşünün fotoğraflarına bakarım.. 91 yılının henüz ilk günlerinde emeğin başkentinin kalkıp ankara kapılarına dayanmak için aldığı yolun fotoğraflarına.. 70 bin kişinin 112 kilometre sonra askerle, polisle, iş makinalarıyla durdurulan yürüyüşünün fotoğraflarına.. O soğuk Ocak gününde Mengen'deki barikatlardan dönen işçiler kısa dönemde bazı taleplerini kabul ettirdiklerine sevinebildiler belki fakat uzun dönemde özelleştirmede ete kemiğe bürünen neo-liberal politikaların kurbanı olmaktan da kurtulamadılar.

Aslında bir kentin, onbinlerce işçinin çalıştığı bir havzanın, “emeğin başkentinin” çöküşünün ilk belirtileri Zonguldakspor'un düşüşe geçişiyle görebilen gözlere ayan olmuştu belki de takvimler 90'lı yıllara henüz varmamışken.. Burada hikayemizi biraz başa almamız gerekiyor sanırım. Zonguldakspor'un tarihinden, onu diğer “vilayetspor”lardan farklı yapan özelliklerinden bahsetmeliyiz belki de..

1945'te kurulur Kömürspor.. 60'lı yıllarda dönemin Federasyon başkanı Orhan Şeref Apak milli ligi organize etmekle, daha doğru bir söyleyişle Anadolu'ya yaymakla görevlendirilmiştir. İl il dolaşılır, yereldeki küçük kulüpler birleşmeye ikna edilir ve “vilayet+spor” ismiyle oluşan bu kulüpler profesyonel liglere alınır. Sıra Zonguldak'a geldiğinde Apak'a Kömürspor'un kulüp binasının yanı sıra, 4 futbol sahasına, 5 tenis kortuna, 12 voleybol ve basketbol sahasına, kapalı güreş salonuna, saunaya, dinlenme salonuna sahip olduğu söylenir. Sayıları 50 bini bulan maden işçisi kulübün doğal üyesidir ve maaşlarından kesilen aidatlarla kulübün yıllık geliri 300 bin TL'yi bulmaktadır. Tesis, üye ve gelir zengini Kömürspor 1966'da Zonguldakspor adını alır ve 2. ligde oynamaya başlar. 8 yıl sonra 1973-74 sezonu sonunda Trabzonspor'la oynadığı finali kazanır ve 2. lig şampiyonu olarak 1. lige yükselir. Dönemin Zonguldak belediye başkanı da olan kulüp başkanı -aynı zamanda maden mühendisi ve eski milli atlet- Hüseyin Öztek bir gün futbolcuları toplar ve madene indirir. Maaşlarından kesilen parayla kulübü finanse eden madencilere futbol emekçileri tarafından yapılan bir jesttir bu bir bakıma. Ve Zonguldakspor'un 14 yıl sürecek 1. lig macerası başlar. 79-80'de 3., 81-82 sezonunda da 4. sırada bitirirler ligi. Bu yıllarda ülke futboluna birçok futbolcu kazandırırlar. Türkiye'den Dünya karması'na seçilen ilk futbolcu olan İsa Ertürk, daha sonra Samsunspor'un geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybeden Muzaffer Badaloğlu, Galatasaray'ın 5-0'lık Neuchatel maçının kahramanlarından Büyük Savaş (Demiral) bu futbolculardan ilk akla gelenleridir.


Yıl 1980.. 24 Ocak Kararları ve 12 Eylül Darbesi, Türkiye'yi serbest piyasa şartlarına göre yeniden dizayn etmektedir. Bu döneme kadar Zonguldak Türkiye ekonomisinin 8. büyük ili iken giderek küçülmeye başlar. Yıllarca işçiler gülmüştür fakat artık patronlar gülecektir. 24 Ocak Kararları'nı IMF'den kopyalayıp Türkiye'ye yapıştıran Özal artık başbakandır. Devlet artık bakkallık, çakkallık yapmamalıdır. Müşterisi çıkan herşey icabında “pijamayla” satılmalıdır. Ülkenin en ağır işinde çalıştıkları için madencilere fazladan verilmiş haklar budanmaya başlar önce. İşçi sayısı da azaltılır. Kaçak ocaklara göz yumulur, de facto bir özelleştirmedir aslında bu. Kent hem ekonomik hem de kültürel anlamda fakirleştikçe Zonguldakspor da güçten düşmektedir. 1988'de 14 sezondur mücadele ettiği 1. lige veda eder ve 2. ligle 3. lig arasında gidip gelinen yıllar başlar. Bu yıllar aynı zamanda madenlerde çalışma koşullarının da kızıştığı yıllardır. 30 Kasım 1990'da tıkanan toplusözleşme görüşmeleri sonucunda sendika grev kararı almıştır. KİT'leri özelleştirerek tasfiye etmek isteyen hükümet boş durmayacaktır ve 4 Aralık'ta lokavt ilan edilir. Görüşmeler, pazarlıklar sonuç vermez, 4 Ocak'ta Ankara'ya yürüyüşe geçme kararı alır sendika. O gün geldiğinde polis, otobüslerin kente giriş-çıkışlarını engelleyecektir. Durmak yoktur, 70 bin kişi yürümeye başlar, koca bir kent ayaklanmış Ankara'ya doğru yola çıkmıştır, öyleki cezaevinde bile işçileri destekleyen sloganlar atılmaktadır. İlk gün 33 km. ilerideki Devrek'e varılmıştır. Ertesi gün Başbakan Akbulut Bolu'ya gelecek ve sendika başkanı Şemsi Denizer'le görüşecek fakat anlaşma çıkmayacaktır. Yürüyüş devam etmektedir fakat Mengen yolundaki tünel girişine barikat kurulmuştur, yürüyüşçülerin arasından kadınlar öne çıkıp ellerindeki karanfilleri askerlerin tüfeklerinin namlularına takınca barikat geri çekilir. Mengen'e ulaşan işçiler orada yaptıkları eylemle “Çankaya'nın şişmanı”nın kulaklarını çınlatacaktır. 6 Ocak'ta Mengen çıkışında bu sefer daha büyük bir barikatla kesilir yürüyüşün önü. Sendikacılar görüşmeye giderken işçiler iki gece açık alanda yaktıkları ateşlerin başında bekleyeceklerdir. 8 Ocak'ta Şemsi Denizer yürüyüşün bittiğini açıklar ve Zonguldak'a geri dönülür. Ay sonunda Körfez Krizi nedeniyle bütün grevler ertelenir, Şubat'ta imzalanan toplusözleşmede de daha önceki pazarlıklarda sendikanın reddettiği rakamların altında kalınacaktır.

Bu noktada Zonguldakspor'un kaderi sendika başkanı Şemsi Denizer'in kontrolüne geçmiştir. Sendikanın kendisinden ve sendika parasıyla aldığı jaguardan sonra yeni bir oyuncağı vardır Şemsi Denizer'in: 5 dönem üstüste başkanlığını yapacağı Zonguldakspor. Sendikanın yeniden devreye girmesi kulübü canlandırmıştır da. 2. lige çıkılır. 1996-97 sezonu sonunda 1. lige terfi maçlarına kalınacaktır. Antalya'da oynanan maçlarda ilk rakip Adıyamanspor uzatmaya kalan maçta elenir fakat cezalı oyuncu oynatıldığı gerekçesiyle Zonguldakspor hükmen yenik sayılır. Bu belki de yenilen en büyük darbedir ve kulübün toparlanması bir daha mümkün olamayacaktır.

Aynı yıllarda maden ocaklarındaki şartlar da giderek kötüleşmektedir. 92 martında yaşanan grizu patlamasında 300'e yakın işçi hayatını kaybeder. Kapatılan ocakların yerini kaçak çalışan ocaklar almaktadır. Taşkömürünün en büyük müşterisi olan Erdemir ve Kardemir'de yaşanan küçülme Zonguldak'ta da üretimin düşürülmesine sebep olmaktadır, bu gerekçeyle işçi sayısı da azaltılır.

Hükmen yenilgi skandalı sonrasında sendikanın da desteğinin azalmasıyla kulüp kronik bir istikrarsızlık ve ekonomik krizle yaşamak zorunda kalacaktır. 2000'li yıllarda da durumda herhangi bir gelişme sağlanamaz, belediyelerin, milletvekillerinin, sendikanın, işadamlarının ayrı ayrı ve beraber yaptıkları destekler sonuçsuz kalır. Zonguldak fakirleşirken Zonguldakspor da işçilerden aldığı gücü kaybetmiştir bir kere..

2007-2008 sezonuna çok kötü başlanır. Ara transferde yapılan takviyeler ufak kıpırdanışlara sebep olsa da sezonun sondan 2. haftasında İstanbul'da Beylerbeyi karşısında önce 1-0 öne geçmiş olmasına rağmen 3-2 yenilerek 1966-67 sezonundan beri mücadele ettiği profesyonel liglere veda eder Zonguldakspor. 3. lige terfi maçlarında mücadele eden Zonguldak Belediyespor'un aynı gün -daha sonra elenecek olsa da- tur atlıyor olması da kaderin garip bir cilvesiydi belki de..

Zonguldakspor bu sezon Kilimli bld. spor, Kozlu bld. spor, Devrek bld. spor, Teas Işıkspor, Karadenizspor, Çaycumaspor, Alaplı bld. spor, Ereğli bld. spor ve Filyos Ateşspor'la 3. lige terfi maçlarına yükselme mücadelesi veriyor. Geçen sezon Zonguldakspor yerine kendi belediyesporunu destekleyen belediye bu sezon artık Zonguldakspor'u destekleme kararı aldığını açıkladı sezon başında.. Birkaç sezon sonra 3. ligin tasfiye edileceğini de düşünürsek tüm kentin biraraya gelip ellerinden geleni yapmaları gerekiyor.