12 Kasım 2008 Çarşamba

Kulübümü satın alabilirsin belki, fakat taraftarlığımı!!!


Taraftarı olduğunuz kulübün “sahibi” asırlık kulübünüzü başka bir kente taşımak isterse ne yapardınız?

Farzedin ki büyük bir kentin biraz dışarısında bir semtin 2. ligde oynayan, tarihi yüzyıl öncesine dayanan bir kulübünün taraftarısınız. Öyle çok büyük bir başarınız yok, bir alt lige bir üst lige gidip geliyorsunuz. Yine de takımınızı 5-6 bin kişiyle beraber destekliyorsunuz. Takımınız çok iyi bir sezon geçirmiş, istim üstündeler ve bir sezon sonra en üst lige çıkmayı bekliyorsunuz. Oysa siz bunların hayaline kurarken kader ağlarını örmektedir. Kulübün “sahibi” üst lige çıkma durumunda semtinizin yeterince iyi “müşteri” olamayacağını düşünmektedir. Kar hırsını tatmin etmenin yolunu da sizin asırlık kulübünüzü semtinizden kilometrelerce uzakta yeni oluşturulmuş bir toplukonut bölgesine taşımakta görmektedir. Ne yapardınız?

Önce ülkemizden bir kulübü “konu mankeni” yaparak örnekleyeyim diye düşündüm, sonra uygun bir denek bulamadım. Olayın geçtiği yerin İngiltere olduğunu ve oradaki yerel takım tutma geleneğini ülkemiz topraklarında sadece 3-4 yerde görebildiğimizi düşünürsek gerçekten de örnek bulmak zor. İngiltere'de gösterilen tepkiyi de işin içine kattığımızda mesele bizden daha da uzaklaşıyor bu topraklara özgü gitmediği, görmediği, hangi kıtada bile olduğundan emin olmadığı takımı tutan -nev'i şahsına münhasır- “taraftarlık” anlayışımız* yüzünden...

Hikayemizin kahramanı bugünün AFC Wimbledon taraftarları... FC Wimbledon, 1992-93 sezonunda yeni ismiyle ilk defa oynanan Premier League'in kurucu üyelerindendir. Sonraki 7 yıl boyunca 6.lıkla 16.lık arasında gidip gelerek vasat bir performans göstermişlerdir. Kulüp 1999'da Norveç'in en zengin işadamlarından olan Kjell Inge Røkke tarafından satın alınır ve bugün artık gelenekselleşmiş bir şey yapılır: Takım, hemşehri kontenjanı gereği, Norveçli bir teknik direktöre teslim edilir. Ve hızlı bir düşüş başlar. İlk sezonu sonuncu sırada bitiren FC Wimbledon 1. ligde geçirdiği sonraki iki sezon sonunda da yükselme playoff'unu kılpayı kaçırır. Olsun, taraftarlar yine de takımlarını desteklemektedir, yükselme umutları korunmaktadır. Tam bu noktada girişte bahsettiğimiz olay gelir başlarına. Kulübün sahibi daha karlı bir pazar aramaktadır, daha kalabalık bir bölgede daha zengin müşteriler bulmalıdır ki yaptığı yatırımın meyvesini alabilsin. Federasyon da geleneklere bağlılığıyla bilinen İngiltere'ye ve yerel futbol taraftarlığı geleneğine aykırı bir karar alarak taşınmanın önünü açacaktır. Bunun üzerine hikayemizin baş aktörleri sahneye çıkar. Wimbledon taraftarları bu gelişmeye tepki olarak kendi kulüplerini kuracaktır yani AFC Wimbledon'ı.

En alt ligden mücadeleye başlamaları gerekmektedir. Daha önemlisi stadyum kiralamak gibi çok temel masrafları karşılamak için acilen 20 bin sterline ihtiyaçları vardır. Birkaç hafta içinde taraftarlar 70 bin sterlinlik bağış yapacaklardır. Yeni takımda oynayacak oyuncuları seçmek için başarılı bir seçme organizasyonu yapılır. İlk 3 sezonda 3 lig yukarıya çıkarlar. Sonraki 2 sezon sonunda playofflarda kaybettikleri yükselme şansını 3. sıçrayışta yakalarlar. Daha önce kimsenin denemediği bir alanda kollektif akılla edindikleri deneyimler tüm İngiltere'de ilgiyle izlenir, değerlendirilir. Aynı ligdeki rakipleri finansal durumlarını ve “grassroots” sistemindeki başarılarını görerek kendileri de uygulamaya çalışacaklardır. Birkaç yıl sonra futbol elle oynanıyor sanan ABD'li bir işadamı Manchester United'ın çoğunluk hissesini satın alınca bir grup Man Utd taraftarı FC United of Manchester'ı kuracaktır. 2008'de bu sefer sezonluk biletlerin pahalı olmasına tepki gösteren bir grup Liverpool taraftarı da A.F.C Liverpool isimli bir kulüp daha kurarlar, ucuza maç izleme haklarını savunmak maksadıyla. Taraftar-kulüp sahipliği ilişkisinin belki de en uç noktası myfootballclub.co.uk sitesine üye olanlardan toplanan 35'er poundlarla satın alınan Ebbsfleet United örneğidir.

AFC Wimbledon bu sezon İngiltere Lig Sisteminde 6. sıradaki ligin güney grubunda yani Conference South'da mücadele ediyor. Ligin 17. haftası sonunda oluşan sıralamada 14 maçta topladığı 29 puanla 4. sırada bulunuyor ve önümüzdeki 4 haftada yakın puanlara sahip rakipleriyle kritik maçlar oynayacak. Geçen 6 sezonda 4 kere terfi eden bir takımın taraftarları nasıl tezahüratlar yapar bilemiyorum fakat Türkiye'de böyle bir şey yaşansa “2015'te şampiyonlar liginde” diye başlayan beste söyleniyor olurdu büyük olasılıkla...

* Bizim futbolumuzda da benzer taşıma örnekleri yok değil aslında. Bu sezon başında Oftaşspor'un ismi değiştirilerek tekrar canlandırılmaya çalışılan Hacettepe'nin İ. Melih Gökçek'in kongre numaralarıyla Keçiörengücü'ne dönüştürülmesi Wimbledon'da yaşananlara en çok benzeyen örnek. Bundan başka Kayserispor'la Erciyesspor'un “hülle yoluyla” yer değiştirmesi ve en son Aliağa Belediyespor'un futbol şubesini Göztepe'ye “devretmesi” gibi bize özgü uygulamalar da yaşandı bu ülke futbolunda.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder